Dünyada şu anda bilinen 6000 dil olduğunu biliyoruz. İnsanlığın
yaratılışından beri kim bilir kaç dil unutulmuş ve kaybolmuştur. Kaybolan
dillerden bir tanesi de, bir Kafkas dili olan Ubıhçadır. İnsanlığın ortak
mirası olan dillerin unutulması, kaybolması insanlığın kendine yapabileceği en
büyük kötülüklerden biridir. Çünkü diller, insanlığın hafızası gibidir.
Binlerce yıl öncesinden, bizlere gönderilmiş açık bir mektup gibidir.
İnsanlık, dünyada var oluşundan itibaren, dili kullanmaya başlamış
ve her dönemde bir şeyler ekleyerek geliştirmiştir. Bu eklemelerin ve
geliştirmelerin bir sonucu olarak olsa gerektir ki dillerin değişime uğramaları
bir yana yeni yeni diller doğmuştur. Bu gelişim sürecinde her dile her dönemde
yeni kelimeler eklenmiş, mevcut kelimeler çeşitli değişikliklere uğramış ve
yeni söyleyiş tarzları dile eklenmiştir. Bu eklemelerin ve değişimlerin,
toplumun düşünce tarzından, yaşayış biçiminden, hayatı algılayış biçiminden
bağımsız olamayacağı açıktır. Dolayısıyla her dil kendisini kullanan ve
geliştiren toplumların yaşayış biçimi, hayatı algılayış biçimi, dini inançları
vb. bir çok konuda bugünkü toplumlara açık mesajlar içerir. Her dil kendisini
kullanan milletin hafızasıdır.
Tabi insanlık, her dönemde sadece dil değil, kullandıkları eşyalardan
tutun da, savaş araçlarına, beslenme şekillerine, tıpta kullandıkları
ilaçlardan tutun da, ölülerini gömme biçimlerine kadar başka bir çok konuda
değişime uğramışlardır. Arkeoloji bilimi, insanlığın tarihten bu güne kadar
gelişim sürecinde kullandıkları araç gereçleri, mezarları vb. gün yüzüne
çıkartarak insanlık tarihi hakkında bilgi edinmeye çalışman bir bilim değil
midir?
Filologlar da dillerin gelişim sürecinde uğradıkları
değişimleri, kullanılan kelimeleri, başka dillerle etkileşimlerini vb.
inceleyerek son derece önemli bilgilere ulaşabilirler. Bir anlamda arkeolojik
çalışmalar yaparlar.
Bir arkeoloji müzesine gittiğimde cam fanuslar içinde son derece
güvenlik önlemleri altında ve büyük paralar harcanarak korunan tarihi eşyaları
görürüm. O eşyayı binlerce yıl önce kullanan insanları düşünmek bile bana
müthiş duygular yaşatır. Eşyalara dokunmak isterim. Eğer dokunma serbest olsa
bile dokunabileceğimi sanmıyorum. Ya kırılırsa diye korkar insan. Sonra iyi ki
korunuyor diye mutlu olurum. Bir çoğunuz yaşamışsınızdır bu duyguları.
İşte dilin arkeolojisiyle uğraşmak aynı duyguları fazlasıyla
yaşatıyor bana. Ben bir dil bilimci değilim. Sadece dilin müzesinde dolaşan bir
müze severim. Üstelik dilin müzesinde dolaşırken istediğim esere istediğim gibi
dokunabiliyor, hatta o eseri günlük hayatımda bile kullanabiliyorum. Kim
binlerce yıl öncesinden kalan su tasından su içmek istemez ki...
Tabi, dil ne kadar çok değişime uğramış ve tarihinden ne kadar çok
kopmuşsa, tıpkı yerin altında kalmış ve çok fazla zarar görmüş, artık toprak
olmuş bir arkeolojik eser gibi, tarihi hakkında daha az bilgi verecektir. Çerkesçe,
dil arkeologları diyebileceğimiz filologlar için sit alanı ilan edilebilecek
kadar önemli bir dildir. Çerkesçe, dilin kurgulanma biçimi, ses özellikleri ve
yeterli anlatım kabiliyeti dolayısıyla fazla değişime uğramamış olmalıdır. Bu
tespiti yapmak için dil bilimci olmaya gerek yok. Müzeyi biraz gezince bu
kanıya varabiliyorsunuz. Tabi bu bilimsel bir iddia değil, tamamen gözleme
dayalı bir tespittir.
Her ne olursa olsun. Çerkesçe, hem arkeolojik çalışmalar
açısından, hem de dilin anlatma kabiliyeti, ses olayları, kurgulanma biçimi
açılarından son derece incelemeye değer bir dildir. Bu dili bilen herkesin bu
çalışmalara ciddi katkıları olacağını düşünüyorum. Bu siteye gelerek bu yazıyı
buraya kadar okuma teveccühünü gösteren herkesin de bu işte zaten gönüllü
olduğunu, hatta yola bile çıktığını, belki de bir kısmının ciddi mesafeler kat
etmiş olabileceğini bildiğimden, tüm umudumla müze gezisinde yalnız olmayacağım
için mutlu oluyorum.
Dediğim gibi ben dil bilimci değilim. Bu site ise müze
gezisinde yanıma yoldaş bulmak, belki rehber eşliğinde müze gezmek, eğer
becerebilirsem birlikte müze gezisi yaptığım arkadaşlarıma, bildiğim konularda
rehberlik yapmak için tasarlanmıştır.
Arkeolojik eserlere gösterilen ilgi ve saygının, dünyadaki bütün
diller ve bu arada bizim dilimize de gösterilmesi, dillerin, milletleri bölen
değil, insanlığı birleştiren unsurlar olduğunun insanlık tarafından anlaşılması
dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder